Griyi Sevmek
- Ayca Guler
- Dec 24, 2024
- 2 min read
Londra’nın gri gökyüzü altında, Londralılar her sohbetine hava durumunu anlatarak başlar, “Nasılsın, keyfin yerinde mi?” diye sorulduğunda bile.
Aylardan Nisan. Heathrow Havalimanı’ndan çıkıp Raynes Park’a kalacağımız yere doğru arabayla gidiyoruz. Arabada da konumuz tabii ki hava durumu. Çiseleyen yağmurun günümüzü nasıl etkileyeceği konuşuluyor. Ama benim aklım gri gökyüzünden ziyade dışarıdaki yemyeşil manzarada. Gri hava genelde kasvetli olur ama Londra’da sanki yeşile daha çok parlaklık veriyor gibi. Ve ben yağmuru değil, bu yeşilliği konuşmak istiyorum. Bayırlar, ormanlar, parklar, çimenlik alanlar, bahçeler, apartman boyunda ağaçlar… Hiç bu kadar yoğun yeşil bir yer gördüm mü daha önce emin değilim. Yeşil aşığı olarak büyük bir zevkle arabadan dışarıyı izliyorum. Bir yandan ben her köşe başında gördüğüm o devasa ağaçları, ya da renk renk çiçek açmış çayırları hayranlıkla gösterirken, arabadaki yağmur sohbetini de takip etmeye çalışıyordum. Sonra arkadaşım Al, uzun bir süre aklımda kalacak o cümleyi söyleyerek bu 2 konuyu birbirine bağladı.
“Her gün yağmur yağdığı için her yer böyle yemyeşil.”
Çok basit bir önerme, değil mi? Gri varsa yeşil var. Çok basit. O an griyi çok sevdim. Çünkü o harika yeşili bize o gri veriyordu.

Doğa, insanoğluna sadece biyolojide, fizikte ilham vermiyor; maneviyatta da bizim için bol bol dersler mevcut.
Griyi gerçekten sevmek mümkün mü? Hayatımızdaki griler mesela, net olmayan, bize kötü geldiğini düşündüğümüz, o an bize kötü hissettiren, ya da başka şeylerin yoksunluğunu hissetmemize sebep olan, çok isteyip de bir türlü yaşayamadığımız…
Olanın da olmayanın da bizim için bir şeylere hizmeti var. Belki o berrak maviyi ve parlak sarıyı göremiyoruz ama yeşilin binbir tonuna, rengarenk çiçeklere sahip olabiliriz. Her şey kendince dengede aslında. Bize düşen de bu dengeye güvenmek ve kendini buna bırakmak. Su akıp yolunu buluyor.
Bu blog, güya yaşam kültürü bloğu; bu yazı da güya bir Londra yazısı olmalıydı. Ama açıkçası benim için seyahat sadece farklı yerler görmek değil, zihnimize ve ruhumuza yapılan bir yolculuk. Bir seyahat, seni farklı bir düşünce zincirine çekiyorsa, ufkunu açıp, farklı kültürler tanıyıp dünyanın senden ibaret olmadığını göstererek dünyanın merkezinde senin (ve senin gibilerin) olmadığını gösteriyorsa, ama bir yandan da kendi ihtiyaçlarını gözetmeni sağlayarak kendini okumayı kolaylaştırıyorsa, seni normalinden uzaklaştırarak kendi hayatına başka bir açıdan bakmanı sağlıyorsa güzeldir, bütün o yorgunluğa değerdir. Yoksa 2 farklı bina, 3-5 farklı tabak, 1-2 köprü… Seyahatten bunları çıkarınca geriye bunlar kalıyor gibi.
O sebeple Londralılar bana kızmayacaksa, ben griyi çok sevdim yeşili getirdiği için; Londra’yı da çok sevdim bana grinin güzelliğini gösterdiği için.













Comments